Victoria dönemi İngiltere’sine hayat veren Hayyam

Victoria dönemi İngiltere’sine hayat veren Hayyam

Roman Krznaric

Bir Farsça bilgenin eserlerine dayanan ve yazıldığı dönemde hedonizmin savunuculuğunu yapan 400 dizelik bir şiir, Victoria dönemi İngiltere’sinde yaygın bir popülerlik kazanabilir mi? Eksantrik İngiliz bilim insanı Edward Fitzgerald, 12. yüz yıl şair ve matematikçisi Ömer Hayyam’ın dörtlüklerinin serbest çevirileri hakkında Ömer Hayyam’ın Rubaileri adlı bir eser yazmıştı. Belki de basımı insanlarca fark edilmedi; ancak şiirin dikkat çekici, efsanevî bir yayın tarihi söz konusudur. 1859’da Charles Darwin’in Türlerin Kökeni Üzerine ve John Stuart Mills’in Özgürlük Üzerine eserleri ile aynı yıl yayımlanan ilk baskı tamamen fark edilmeden kaldı: İlk iki yılında tek bir kopyası bile satılmadı. Fitzgerald’ın 20 sayfalık kitapçığının bir kopyası, İrlandalı akademisyen Whitley Stokes tarafından bir kuruş karşılığında alındıktan sonra Dante Gabriel Rossetti’ye geçti ve Dante Gabriel Rossetti daha sonra esere adeta aşık oldu ve övgülerini (1848’de kurulan) Pre-Raphaelit adlı sanat kulübünde insanlarla paylaştı.


Eser 1863 yılında John Ruskin’in eline geçtiğinde: “Bugüne kadar hiçbir zaman böyle şahane bir şey okumadım” demişti. O andan itibaren, en azından Birinci Dünya Savaşı’na kadar süren bir Hayyam tapınması başladı. Bu esnada Fitzgerald’ın eserinin dolaşımda 447 baskısı vardı. Ömer adlı restoranlar açıldı ve hatta Ömer diş tozu ve resimli iskambil kartları da satışa sunuldu. Savaş sırasında, siperlerde ceplerinde eserin eskimiş kopyaları bulunan ölü askerlere rastlanıyordu.
Peki Rubailerin bu sıra dışı çekiciliği nasıl ortaya çıktı? Cevap, en ünlü dizelerinin bazılarında gizli:

***
Acayip geçiyor bu ömür kervanı,
Değerlendir neşe ile geçen ânı,
Başkalarının geleceğine neden üzülürsün, ey sâki?
Kadehi getir, bak, geçiyor gece zamanı.

***
Hırsla dayadım testinin dudağına dudağımı
Sormak için ona uzun ömrün yolunu.
Dayadı dudağını dudağıma, dedi gizlice:
Ben de senin gibiydim, hoş geçir bu ânı.

***
Ne zaman tabiatta taze gül açtı deseler,
Şarabı ey sevgili, emret, ölçü ile versinler,
Huri, köşk, cennet ve cehennemi boş ver;
Çünkü onları her isteyene verirler**

Rubailer, çılgın Arap gecelerinde yasemin dolu bahçelerde duyguları kucaklayan, serin ve sarhoş edici şarap bardaklarının eşlik ettiği, hedonizmin (hazcılığın) sonsuz sarhoşluğunun bir ifadesi idi. Viktoria döneminin gayrıresmî ılımlılık, yapmacıklık ve kendini kontrol ideolojilerine karşı tutkulu bir karşı koyuştu.


Bununla birlikte, şiirlerin mesajları bundan daha da radikaldi; zira Rubailer yalnızca Hristiyan ahlakının değil, aynı zamanda dinin kendisinin de bir reddiyesiydi. Hayyam’ın ima ettiği gibi bir sonsuz hayat yoktur; çünkü insan varlığı geçicidir -ölüm hayal ettiğimizden daha hızlı gelecektir-, elimizden geldiğince hayatın keyifli anlarının tadını çıkarmak, yapılacak en iyi şeydir. Bu, vahşi bir hedonist aşırılığa kapılmak demek değildir; aslında “var olma” duygusunu pekiştirmek, dünyadaki sınırlı zaman zarfında “burada” ve “şimdi” olma düşüncelerini takdir etmek ve tadını çıkarmak demektir.


Baskıcı bir toplumda bir özgürlük şiiri
Bedensel zevklere, dini şüphelere ve yaklaşmakta olan ölüme ilişkin bu güçlü birliktelik, Pazar sabahı kilisede dindar ilahiler çalınan Viktorya dönemi insanlarının hayâl gücüne temas etti. Kuşkusuz, yazar G. K. Chesterton’un ifade ettiği üzere Rubailer “carpe diem” (ânı yaşa) dininin İncil’i haline gelmişti.


Şiirin Viktorya kültürüne etkisi, özellikle Oscar Wilde’ın “bir sanat başyapıtı” ve en büyük edebi yapıtlarından biri olarak nitelendirdiği eserinde de görülüyordu. Bu temayı, Dorian Gray’in (1890) Portresi adlı romanında ele aldı. Lord Henry Wotton karakteri, açıkça ‘bilge Ömer’in şehvetli çekincelerine değinen güzel genç adam Dorian’ı ebedi gençliğin bastırılmış zevklerini tatması için heveslendiren bir hedonizm şampiyonuydu. Lord Henry, “Zaman kıskançtır, leylaklar ve güllere karşı savaşır” diyordu: “‘Yeni bir Hedonizm; işte bizim yüz yılın istediği şey budur.”
Wilde’ın romanı, eşcinselliğin incelikli ve perdelenmiş bir kutlamasıydı; bu eğilim, 1895’te suç olarak algılanıyordu (kitabın pasajları, suç kanıtlarının bir parçası olarak duruşmada okunmuştu). Rubailer’de Viktorya dönemi yasalarının kısıtlamaları nedeniyle bireysel özgürlük ve cinsel kurtuluş için bir argüman gören Fitzgerald da eşcinselliğiyle tanınıyordu. Wilde için, Fitzgerald’da olduğu gibi ‘carpe diem’ hedonizmi, duyusal zevklerin peşinden gitmekten çok daha fazlasını ifade etmekteydi: Bu, kültürel manzarayı yeniden şekillendirme gücü ve yıkıcı bir siyasi eylemdi.

Hedonizm, ‘YOLO’ (“sadece bir kez yaşarsın” sözünün kısaltması), aşırı derecede içki içilmesi, aşırı uyuşturucu kullanımı ve hayatta yeniliği ve heyecan arayışını ön plana çıkaran bir dizi yaklaşımı ile ilişkili olarak kötü bir üne sahiptir. Ancak Rubailer’in geçmişi, hedonizmin gizli erdemlerini yeniden keşfetme çabamızın bir hatırlatıcısıdır

“Yaşıyorken için / Çünkü bir kez ölünce, asla geri dönmezsiniz.” ve panzehir etkisi
Bir taraftan, modern mutluluk düşüncesinde giderek artan püriten (seçici) bir çizgiye panzehir görevi görebilir ve bu da yaşam için tutkulu bir şehvet duygusunu nadiren ifade eden, insanları kontrollü ve ılımlı bağımlılara dönüştürme tehdidi içerir. “Kendi kendine yardım” kitabı raflarından bir kitap alıp yıldızların altında bir sigara içerek ya da bütün gece bir kulüpte birkaç tek atarak problemlerinizi çözme yolunda tavsiyeler bulmanız pek olası değildir. Ancak, bu tür hazcı arayışlar -mantıklı bir şekilde beğenilmektedir- yüz yıllar boyunca insan kültürü ve refahının odak noktasında yer almaktadır: örneğin, İspanyol denizciler Amerika’ya geldiğinde, sihirli mantarları kullanan Aztekler’i keşfetmişlerdi.
Öte yandan, Rubailer tarafından popüler hale getirilen hedonizm anlayışı, ılımlılığın makbul olduğu çağımızdaki doğrudan tecrübelerin erdemleriyle bizi tekrar bir araya getirmeye yardımcı olabilir; çağımızda, günlük yaşamın büyük kısmı iki boyutlu elektronik titreşimlerle, akıllı telefon veya tabletlerle gerçekleşmektedir. Zamanımızda, katılımcılardan ziyade gözlemciler haline geldik ve dijital gösteri toplumunda boğuluyoruz. Belki, Victoria döneminden bir iki şey öğrenebiliriz: Rubailer’in bir kopyasını telefonumuzla birlikte cebimizde tutalım ve bilge Hayyam’ın sözlerini hatırlayalım: “Yaşıyorken için / Çünkü bir kez ölünce, asla geri dönmezsiniz.”