Türkiye'nin seçim tarihi belli oldu

Türkiye'nin seçim tarihi belli oldu

Ülkedeki büyük ölçüde güdümlü, kısıtlı ve (dolayısıyla) kısır kamusal tartışma iç siyasetteki gelişmelerle sınırlı. Her gün daha da iç karartıcı, umut kırıcı gelişmelere yenileri eklenirken bu dar alandaki tartışmaların sistem krizi üzerine takılı kilidi açmaya mecali ve imkanı yok. 

Nedenini kestirmek de güç değil: Seçmen blokları içindeki kararsız ve protestocu oranının yüzde 25'i geçmesi, - yaralı bereli ve aforozlu HDP'yi bir yana koyarsak - ana muhalefet CHP ile yavru muhalefet İYİP'in tabandan kopuk, ayakları yerden kesik bir güdük siyasetin içinde, kendisini fanusa kapatmışlığından kaynaklanıyor. Gelecek Partisi lideri konuşuyor ama, görüntüsü rölantide motoru çalışan arabada gaza basılması gibi bir boş etki yaratıyor, ses çıkıyor ama hareket yok. DEVA ise ürkek, utangaç; şimdilik küçük çaplı atışlarla durumu idare ediyor.

Bu partilerin üç ortak paydası var. 

Birincisi, birbirinden kopuk siyasetlerini ''bunlar batacak, bekleyelim'' sloganı üzerine kurmaları. 

(Bu partiler arasındaki sondaj çalışmalarından şunu da biliyoruz: Pek çok kişinin ikide bir sanki somut bir olgu imiş gibi gündeme taşıdığı ''Demokrasi İttifakı'' kavramını andığım parti yönetimlerinin tümü ''Sandık İttifakı'' diye görüyor.)

Yani, onlara göre şu anda ülke elden kayıp gitmiyor, seçim nasıl olsa gündeme gelecek, o zaman da söz konusu olan demokrasi amaçlı değil, iktidarı devralma amaçlı bir ''ittifak'' olacak. 

Yani, bu partilerin hiçbirinin kurumsal söyleminde Türkiye'nin - demokrasiden de geçelim - asgari dozda hukuk devleti normlarına dönme konusunda dahi 'stratejik' bir tavır yok. Varsa yoksa herşey taktik: ''Erdoğan gidecek, sonrasına bakarız.'' Bu da elbette ülke seçmenlerinin 2023'te yarıya yakınını oluşturacak olan 40 yaş altı genç seçmenleri için solgun, ucu kapalı bir gelecek vaadinden başka bir anlama gelmiyor, gelmeyecek.

İkincisi, her birinin ülkedeki en büyük ikinci sosyal grup olan Kürtler ve siyasi tercihleri konusunda samimiyet ve angajman eksikliği.

Üçüncü ortak payda, Erdoğan'ın gözü gibi sakındığı bir tuzağa hepsinin teşne olması: HDP hariç, andığım ''muhalefet'' partilerinin tümü şu ana kadar AKP-MHP-Avrasyacı Cumhur İttifakı'nın dış politikada attığı her adımı - sorgulamak bir yana - anında benimsediler, ve ''yerli ve milli'' çizgide hizaya geçtiler. Hiçbiri şu ana kadar - bir iki aklı başında cılız ses dışında - bu politikanın ne kadar maceraperest olduğunu göremedi, veya gördü de sorgulamadı. Belki çoğu, sağ veya seküler merkez milli sol, eski emperyal günlerin rüyasını görmek istiyor içten içe. Belki bile değil belki. 

Hülasa, bu problemli ''sözde muhalif'' duruş, bu iktidarın yanında saf tutma hali her gün Erdoğan-Bahçeli iktidarının ekmeğine taze yağ sürüyor, ikilinin ''beka'' hayallerini dışarıdan besliyor, hedeflerine yaklaştırıyor. İlerde işler fena halde karışır ve krizlere yıkıcı krizler eklenirse, muhalefetten kimse suçu kabahati başkalarında aramasın: Tarihin paydaşları onlar da olacak.

Tarih, 3 Ekim 2017.  Ülke referandumla otokrasi rejimine geçeli çok olmamış, ve kürsüde Bahçeli.

''O zaman geldiğinde, şartlar oluştuğunda, tarih coğrafyaya dar geldiğinde Misak-ı Milli uyanacak...'' temalı konuşmasında, eskiye dair ne varsa misliyle kadrolaştırılmış güvenlik devletinin ortağı şunları söylemişti:

"Türkiye zorlu bir dönemde, yokuşu keskin ve yorucu bir devirdedir. Bunu görüyor, bunu biliyoruz. Bugünkü sıkıntılı ortamda, eğer görevimizin şuuruna varamazsak, eğer üzerimizdeki sorumluluğun ağırlığını kaldıramazsak önümüz karanlıktır. Bu itibarla çok çabalamalı, çok çalışmalıyız. Geceyi gündüze katıp adeta Karadeniz gibi çırpınmalıyız. Bahanelere sıkışıp kalmaktansa, 'bana ne' deyip köşeye çekilmektense meseleleri önce kavramalı, sonra anlamalı, ardından da yorumlayıp çözümün yol ve yöntemini üretmeliyiz. Karşımızdaki tehditleri isabetle okuyup, zamanlama hatasına düşmeden tedbir geliştirmeliyiz. Gecikirsek gelişemez, güçlenemeyiz. Zaafa düşersek hak ettiğimiz zirvelere tutunamayız."

Ve 21 Temmuz 2020. Başkan Erdoğan:

''Türkiye gerçekten çok zor ve bir o kadar da tarihi süreçlerden geçiyor. Son 7 yıldır kesintisiz yaşadığımız saldırıların, doğrudan inancımıza, tarihimize, kültürümüze, birliğimize, beraberliğimize, ezanımıza, bayrağımıza, tüm kutsallarımıza yönelik amaçlarının olduğunun gayet iyi farkındayız. Sokakların karıştırılmasından, darbe girişimlerine, her saldırının aynı hedefe yönelik gülleler anlamı taşıdığı konusunda şüphemiz bulunmuyor. Bize düşen milletimizin bu fedakarlığına karşı borcumuzu tüm oyunları bozacak feraset, gayret ve azimle çalışarak ödemektir. Türkiye'yi 2023 hedeflerine ulaştırana kadar durmadan, duraksamadan, yeise düşmeden, hizmet çıtasını hep yükselterek devam edeceğiz.''

Kimse bu ikilinin kararlılık dozunun kırıldığı yanılgısına kapılmasın. Şu oluyor: Kriz derinleştiği ölçüde, Ankara'daki siyasi iktidar yapısının tepe bileşenleri kendi tabanlarının vazgeçilmezliği üzerine kurmuyorlar oyun planlarını artık, var güçleriyle toplumu silah, cop, sopa ve hapisle yönetecek bir rejimi formatlıyorlar. Belarus, Azerbaycan gibi ülkelerde bunun örneğini gördüler, başarılı veya başarısız, bunu Türkiye'de deneyecekler, hem de sonuna kadar. Neden? Çünkü buna muktedirler. Çünkü bu muhalefet böyle kaldıkça önleri açık.

Erdoğan ve Bahçeli tabanlarını gözden çıkarma noktasına göz dikti ise, oradan kopan kararsızları kendisine çekemeyen muhalefet, varsa zihinsel melekeleri, oturup düşünsün. Çünkü ilerde buna da imkanı olmayabilir; olur da, tabela partileri olarak gizlice dinlenen odalarında karşılıklı konuşurlar, veya hapiste kara kara dertlenirler.

Özetle şu söylenebilir: Bu kapkara darboğazdan Türkiye'nin çıkması mevcut muhalefet konjonktüründe pek olası görünmüyor. Bu dinamik seçmeni ve ''yeter artık'' kesimlerini hiç cezbetmiyor. Ve kadercilik böyle bir zamanda en kötü seçenek.

Birşeyler değişecek, değişim tetiklenecekse, gözleri dış siyasete çevirmek şart. Ne oluyorsa orada oluyor. Ne olacaksa oradan tetiklenecek.

Neden? Şundan: İçeride sipere yatmış muhalefet sayesinde istediği neticeyi alan iktidar, içerisi yetmediği için savaş oyuncağıyla oynuyor, ama dışarısı içerisi gibi değil. Attığınız her adım, maceracı ve emrivakici olduğu ölçüde karşısında somut bir muhalefet cephesi kurdurur.

Dışarıda olan da bu. 

İslamcı ve İhvancı Erdoğan'ın, Turancı Devlet Bahçeli ile ideolojik sözleşmede buluştuğu dış siyaset doktrinini her gün duyuyor, somut adımlarını görüyoruz. 

Not edin: Bu doktrin, 2023'te Lozan'ın bu haliyle geçersiz ilan edilmesini ve Misak-ı Milli hülyalarının gerçekleşmesini öngören bir gelecek vizyonudur. Irak, Suriye, Libya, Kıbrıs, Ermenistan, Somali, Yemen, Doğu Akdeniz... Bütün bunların toplu resmi, gayet net bir şekilde anlatıyor, ülkeyi nelerin beklediğini.

Bir noktayı daha not etmekte yarar var: Bu doktrin, Almanya'nın Versailles Antlaşması'ndan duyduğu maddi ve manevi yenilgiyi kendi menfaatleri uğruna Almanlara yutturan Nasyonal Sosyalistlerin tetiklediği hamleleri fena halde hatırlatıyor. Yayılmacılık ölümcül bir hastalıktır; neticeleri hiçbir zaman hayırlı olmamıştır. 

Erdoğan'ın Bahçeli ve Avrasyacı kesimle adım adım ilerlettiği Libya hamlesinin, ABD'nin hezimetine yol açan Vietnam istilasının hazırlık aşamalarına ne kadar benzemekte olduğunu da buraya mim koyalım.

Rejim şimdi heyecan içinde savaşla oynuyor, cihatçıları piyon olarak kullanıyor, savaş ipini bir tutuyor bir bırakıyor, karşısındakiler iç muhalefet gibi sinecek mi ona bakıyor, test ediyor, tereddüt gördüğü anda gaza basıyor, dili sertleştiriyor, gövde gösterisini yoğunlaştırıyor. 

Kural bellidir: Silahla oynarsanız, eninde sonunda onu kullanmak zorunda kalırsınız. Sonuçlarına da katlanırsınız.

Ayrıca oyunun sonuçları da iyi değil: Bunu yaptıkça karşısında çoklu ve kararlı bir ülkeler cephesi de oluşturuyor. Mısır, kesinlikle Libya'ya girecek. İş kızışırsa Almanya, Fransa ve İtalya yaptırıma gidecek. Şakası şimdi var gibi, ama pek yakında olmayacak.

İşin ilginci, Ankara'nın bu oyun şeması içinde Ankara'daki bu iktidar bloğunun dışarıda sırtını dayayacağı bir gücün olmayışı. Katar bir yere kadar. Pakistan da. Azerbaycan sonuçta Rusya'nın yanına döner. Başka yok.

Tek dayanak, ikili telefon görüşmelerinin muhatabı, dış siyaset cahili, şaşkın ABD Başkanı Trump. O bir cümle edince, sanki ABD etmiş gibi oluyor. Oysa her geçen gün irtifa kaybeden, köklü kurumlardan kopmuş, sıfır istikrarlı bir liderden söz ediyoruz. 

Bu şu demek: Erdoğan tüm varlıklarını Trump atının seçimleri kazanmasına yatırmış durumda. Bahçeli'yi de buna inandırdı mı? Belli değil, ama içerde Bahçeli'ye, dışarıda Trump'a bağımlıdır artık. Tek derdi bu yüksek kumarı kazanmak.

Trump atı giderse tüm dünyası tersyüz olacak; bu kesin. 

Biliyor bunu.

Dolayısıyla, içeride erkendi baskındı seçim mavralarına pek aldırmayın. Muhalefetin laf kalabalığının da hiçbir anlamı yok. 

Türkiye'nin seçim tarihi bellidir: ABD seçimlerinin yapılacağı 3 Kasım 2020.

© Ahval Yavuz Baydar