Türkiye'nin S-400 kararının çıkış noktası Afrin Operasyonu

Türkiye'nin S-400 kararının çıkış noktası Afrin Operasyonu

Ekonomik kriz, yerel seçimlerde aldığı yenilgi, Suriye’de işlerin yolunda gitmemesi, üstüne S-400 krizi. AKP hükümeti, Rusya’dan sipariş verdiği ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın geçen ay yaptığı açıklamaya göre, önümüzdeki aylarda teslim edilmesi beklenen S-400 füzeleri nedeniyle zor günler yaşıyor. 

Daha önce “tercih yapmalısınız, ya S-400 ya F-35” diyen ABD’den 7 Haziran günü bir mektup geldi. ABD Savunma Bakanı Vekili Patrick Shanahan’ın Akar'a gönderdiği mektupta, Türkiye'nin S-400'ü teslim alması durumunda Türkiye’nin F-35 programının sonlandırılacağı belirtiliyordu. Türkiye’ye 31 Temmuz’a kadar süre tanıyan Pentagon, yaptırımların F-35 ile sınırlı kalmayacağını, ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) kapsamında da yaptırımlar uygulanacağını ifade ediyordu.

Mektup, Milli Savunma Bakanlığı tarafından internet sitesinde “özet” şekilde yayınlandı. Mektuba yanıt niteliğinde ifadeler yer almazken, “İki ülke arasındaki savunma ve güvenlik konularını kapsayan söz konusu mektupta, mevcut sorunlara stratejik ortaklık çerçevesinde ve kapsamlı güvenlik işbirliğini muhafaza edecek şekilde bir çözüm bulunması yönünde beklenti dile getirilmekte ve görüşmelere devam edilmesinin önemi ifade edilmektedir” demekle yetinildi.

ABD’nin bu sert mektubuna hükümet kanadından sadece İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yanıt verdi. Soylu, “S-400 bir özgürlük ve bağımsızlık deklerasyonudur” ifadelerini kullandı. 

Şimdi Türkiye’nin tavrı merakla bekleniyor. Çünkü S-400, sadece S-400 değil. 

Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek’e göre, alınması durumunda ABD ambargosu AKP’yi bitirir. Vazgeçilmesi durumunda da Bahçeli ve Perinçek ile ittifakı sonlandırmak ve yeni müttefikler bulmak zorunda. Özpek, her iki seçenekte de AKP’nin kazanmasını mümkün görmüyor ve Türkiye’nin S-400 konusunda vereceği kararın AKP’nin geleceğini de belirleyeceğini belirtiyor. 

Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek’in S-400 füzeleri konusunda Artı Gerçek’ten Derya Okatan'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle: 

S-400’lerin kimlere karşı kullanılacağı muğlak

-En baştan başlayalım, nerden çıktı bu S-400 füzeleri? Ve sonrasında Türkiye’nin, ABD’nin itirazlarına rağmen sürdürdüğü ısrar siyasi nedenlerden mi yoksa askeri nedenlerden mi kaynaklanıyor?

Gerçekten de konuya buradan başlamak gerekiyor. S-400 sistemlerinin alınması Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarına cevap verecek mi ve bu güvenlik ihtiyaçlarını kim belirliyor, sorusunu tartışmadan bence konuyu analiz edemeyiz. Türkiye’nin bir hava savunma sistemi ihtiyacı var. Türkiye, NATO üyesi olduğu için bunu geçici önlemlerle sağlayabiliyordu ve daha kalıcı bir hava savunma sistemine ihtiyaç duydu. Bu ihtiyaç, Türkiye’nin kimden tehdit algıladığı sorusunu beraberinde getiriyor. Bu sistemleri NATO’dan ya da Amerika Birleşik Devletleri’nden aldığınız zaman bu hava sistemlerinin hangi ülkelere karşı sizi koruyacağını da ima edersiniz.

Yani Patriot aldığınız zaman kendinizi koruduğunuz aktör Rusya olur, İran olur. Öte yandan S-400 füzeleri de kimden tehdit algıladığınız konusunda bir ima içerir. Ben, maalesef S-400 alırken, böyle detaylı, spesifik olarak tanılanmış bir tehdit odağı tartışması yaptığımızı düşünmüyorum. S-400’lerin kime karşı kullanılacağı hala muğlak. NATO üyelerine mi İran’a mı İsrail’e mi karşı mı kullanacağız? Hükümet, bunları tartışmadan soyut bir güvenlik çerçevesi çiziyor, ısrarla soyut, itiraz edilemez bir hipotez üzerinde yoğunlaştırmak istiyor. S-400 alma fikri nereden çıktı, hangi pratik ihtiyaçtan dolayı zuhur etti ve hangi tehdit odağına karşı kullanılacak sorusu maalesef şu ana kadar verilmedi.

Türkiye'nin güvenliği AKP'nin önceliklerine göre şekillendi

-Sizin konuşmanızdan siyasi nedenlermiş gibi algılıyoruz…

Evet, siyasi nedenler ve bu, bana göre 7 Haziran 2015’den sonra ortaya çıktı. 7 Haziran Türk siyaseti ve demokrasisi açısından önemli bir eşik. Bir açıdan talihli, bir açıdan talihsiz bir an. 7 Haziran olurken Adalet ve Kalkınma Partisi çözüm süreci içerisindeydi ve çözüm sürecinin beklenen bir sonucu olarak, hatta amacı da bu olması gerekirdi, HDP “normal” bir siyasi parti olarak tanımlandı ve yüzde 13 gibi bir oy aldı. Bu da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin meclisteki çoğunluğu kaybetmesini beraberinde getirdi. Bu tarihten sonra Türkiye’nin güvenlik algılaması, Türkiye’nin dış politika formülasyonu bir sapmaya uğradı. Türkiye’nin güvenliği, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin önceliklerine göre şekillendi. 

Daha net konuşmak gerekirse, azınlığa düşmüş Adalet ve Kalkınma Partisi çözüm sürecini bitirdi. Çözüm sürecinin bitmesi aslında Türkiye’nin Suriye politikasının da dramatik olarak değişmesi anlamına geliyordu. Çünkü içeride o zamana kadar müzakere edilen PKK’nın tekrar “terör örgütü” olarak tanımlanmasıyla Suriye’deki Kürtlerle olan ilişki de dramatik bir şekilde değişti. Bu da Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni müttefiklerle işbirliği yapmasını doğurdu. Kimdir bu yeni müttefikler? Bir tanesi Bahçeli tarafından temsil edilen milliyetçiler. Bunların asıl önceliği Kürt sorunu ile mücadele şeklinin militarize bir şekilde kalması. Diğer ortak ise ulusalcılar. Aslında ben toplumsal itibar açısından o kadar da geniş bir kavramsallaştırmayı hak ettiklerini düşünmüyorum. Diğer müttefikler daha çok bürokrasi içinde ya da medyada etkili olan, Türkiye’nin Avrasya ülkeleriyle daha yakın ilişkilerde bulunmasını isteyen, evrensel liberal değerlere karşı çıkan insanlar. 

Bu ittifak Recep Tayyip Erdoğan için önemli bir dönüm noktasıydı. Artık Adalet ve Kalkınma Partisi’nin güvenliği Türkiye’nin ulusal güvenliği ile eşit olarak algılanmaya başlandı. Çünkü ortakları Bahçeli ve Perinçek böyle bir dil kullanıyordu. Türkiye’nin istikbali, güvenliği için Adalet ve Kalkınma Partisi’nin elzem olduğu düşüncesi Türkiye’deki siyasi atmosferi öldürdü. 

Afrin Operasyonu 3 aktöre de istediğini verdi

Bu düşünce tabi demokrasi açısından büyük bir problem ama dış politika açısından da bazı yansımalara sebep oldu. Türkiye artık dış politika adımını atarken hem Adalet ve Kalkınma Partisi hem MHP hem de Avrasyacıları tatmin edecek adımlar atma gereği duydu. Bunun en sembolik örneği Afrin operasyonu. Afrin operasyonu sayesinde milliyetçilik yükseldi, hemen arkasından yapılan erken seçimlerden Adalet ve Kalkınma Partisi başarıyla çıktı. Operasyon, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne istediği iktidarı, MHP’ye istediği Kürt politikasını, Avrasyacılara da istediği Türk-Rus ilişki modelini verdi. Afrin operasyonuna itiraz eden insanlar vatan haini ilan edildi. Halbuki Türkiye, Afrin operasyonunu yapmak içi Rusya ile aşırı derece asimetrik bir ilişki modeli içerisine girdi.

NATO ittifakını riske attı, Rusya’ya ödünler vererek mütekabiliyet (karşılıklılık) prensibini ihlal etti, kapitülasyonları andıran bir sözleşme ile Akkuyu Nükleer Santral ihalesi verildi, pürüzlü enerji ve doğalgaz anlaşmaları Rusya lehine çözüldü. Ve siyasi olarak Türk-Rus yakınlaşması ortaya çıktı. En az bunlar kadar önemli olan İdlib’deki muhaliflerin Türkiye tarafından kontrol edilmesi sözü. Yani Rusya, şu anda Kürtlerle savaşan ve muhalefeti de Rusya ve Esad rejimi adına sakinleştiren bir Türkiye bulmuş oldu karşısında. 

Afrin operasyonun yapılması için hava sahasının açılması ve korunması gerekiyordu. Hangi sistemle korunacağı önem kazandı ve Türkiye bu noktada S-400 meselesini gittikçe ısıtmaya, hızlandırmaya başladı. Çünkü Suriye hava sahasını NATO sistemleriyle koruyamazdı. Bunun için S-400 konusu rasyonel bir zemine de oturdu. Eğer Türkiye Afrin’e giriyorsa, bu hava sahasının korunması için Rusya ve Esad rejiminin izin vereceği bir hava savunma sistemi olmalıydı. 

-S-400'lerin alımı karşılığında Rusya'nın Rojava-Kuzey Suriye'ye dair bazı tavizler vereceği konuşuluyor, siz ne dersiniz?

Rusya kontrol altında bulundurduğu bölgede zaten taviz verdi. Fırat’ın doğusu Rus kontrolünde olan bir bölge değil. Kontrolünde olmayan bir bölge için pazarlık yapamaz. Ama Afrin biraz farklıydı, hava savunması Rusya’nın kontrolündeydi ve Rusya o konuda zaten Türkiye’ye taviz verdi. 

-Peki, Türkiye Afrin’de kalacak mı?

Mevcut Astana süreci, Rusya ve Suriye ile girdiği mutabakat devam ettiği sürece Türkiye Afrin’de kalmayı arzu ediyor. Bunun için yapması gereken şeyler Rusya’nın gündemine uyumlu bir politika izlemek, S-400’leri satın almak ve İdlib’de muhalefeti kontrol altında tutmak. Öte yandan bunun maliyeti var; Türkiye’nin geleneksel ittifak sistemleri içerisindeki yeri sorgulanır oldu. Batı ittifakından uzaklaştı. 

ABD Ambargo uygular

-S-400’ler konusunda ABD çok net. Türkiye’ye 31 Temmuz’a kadar süre verdi. AKP Hükümeti hangisinden vazgeçecek, S-400 mü F-35 mi ya da ara formül bulunabilir mi? 

Artık ara formül devrinin kapandığı kanaatindeyim. Çünkü Pentagon’un yazdığı mektup sözleşmenin iptalini talep ediyor ve Türkiye’ye ulusal çıkarlarını hatırlatıyor. Bakın bu çok enteresan. Muhatabına ‘sizin ulusal çıkarınız Rusya’ya stratejik ve ekonomik olarak aşırı derecede bağımlı olmamaktan geçer’ gibi bir hatırlatma yapıyor. Amerika Birleşik Devletleri ile ittifaka devam ettiği takdirde F-35 projesinde kalacağı ve ikili ilişkilerde ticaret hacminin yükseleceği, dolayısıyla Türkiye’ye daha fazla fayda sağlayacağı belirtiliyor.

Geçtiğimiz sene Brunson meselesinde gördük, S-400 alınması durumunda Türkiye’nin bazı ambargolara muhatap olacağı ortada. Ekonomik maliyetleri doğacak, F-35 projesinden elde etmeyi umduğu gelirden de feragat etmiş olacak. Ekonomik olarak çok daha kötü günler yaşama ihtimali var. Ben burada Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iç politikada yaşadığı problemlerin dış politikaya tesir ettiği kanaatindeyim. 

-Ekonomik kriz koşulları, son seçimde aldığı yenilgiyi de hesaba katarsak, yani hükümet zaten zayıflarken, S-400 meselesi iç politikayı nasıl etkiler?

Zayıflayan ve MHP’ye daha fazla bağımlı olan bir parti var. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin o psikolojik yüzde 50 sınırını ancak MHP ile kurduğu Cumhur İttifakı’nı dile getirerek aştığını gözlemliyoruz. Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’nin MHP’ye olan bağımlılığı artıyor. MHP’nin ittifak içindeki rolü oldukça önemli. Bu bize şunu söylüyor; Adalet ve Kalkınma Partisi S-400 almaktan vazgeçerse Perinçek ve Bahçeli ile kurduğu ittifakı bitirmek ve yeni müttefikler bulmak zorunda kalacak. Tekrar çözüm sürecini başlatabilir, Kürtlerle diyaloğa geçebilir, ABD ile siyasi ilişkilerin stabil olduğu bir döneme geçebilir, hatta Avrupa Birliği sürecine geri dönebilir. Bu, 7 Haziran’dan sonra pozisyon alan bütün siyasetçilerin, iş adamlarının, gazetecilerin, akademisyenlerin açığa çıkması demek. Gülencilerin bir dönem yaşadığı travmanın aynısını 7 Haziran’dan sonra pozisyon alan insanların yaşaması anlamına geliyor. İç politika açısından S-400’den vazgeçmenin böyle bir tehlikesi var. 

S-400’de ısrar iktidarı kaybettirir

Öte yandan S-400’de ısrar etmenin asıl tehlikesi şu: Adalet ve Kalkınma Partisi zannettiği gibi toplumun yüzde 50’si tarafından büyük bir fanatizmle desteklenmiyor. İnsanlar iyi ya da kötü Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde para kazandılar, TÜSİAD ortalama büyümenin iki puan fazlası kar etti, insanların hayat standartları arttı, bu bizim paramız değildi, dışarıdan aldığımız parayı tükettik ayrı konu fakat günün sonunda iktisadi olarak haklın refahını arttıran partiler teveccüh görüyor. Şimdi artık bu durum değişiyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi bırakın dolaylı olarak refah yaratmayı, insanların varlıklarının değeri erimeye başladı. Maaşınız eriyor, cebinizdeki para AKP’yi finanse etmek için kullanılıyor. Ekonomik durum kötüleştikçe Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gördüğü teveccüh de azalıyor, toplumsal tabanı çözülüyor. Ya ABD ambargosu sonunda Adalet ve Kalkınma Partisi popülaritesini yitirecek ve bir şekilde iktidarını kaybedecek, -31 Mart’ta bunu gördük, muhtemelen 23 Haziran’da da göreceğiz- ya da tekrar bu koşulları sağlayabilmek için S-400 almaktan vazgeçecek ve kendi müttefikleri tarafından tacize uğrayacak. Bu iç politikadaki çıkmaz bence Adalet ve Kalkınma Partisi elitlerini oldukça rahatsız ediyor. Türkiye’nin bu noktada S-400 konusunda vereceği karar aslında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin geleceğini de belirleyecek bir karar olacak. 

Kazanma ihtimali mümkün değil

-Kürtlerle yeniden diyalog başlayabilir dediniz. Ama bu 7 Haziran’da AKP’ye oy kaybettirmişti. Her iki seçenekte de AKP’nin işi zor gibi görülüyor…

Evet, ama demokrasiler partilerin seçim kaybettiği rejimlerdir. Yani çözüm süreci yapıp Kürt kimliğini “normalleştirip”, HDP’ye oy aldığı için suçlu muamelesi yapamazsınız. Çözüm süreci tam olarak bu demektir. Bunun bir bedeli olur. Tarih sizi iyi yad eder ya da kötü yad eder, bilmiyorum. Ama demokrasilerde partiler seçim de kaybeder, güçlerini de bölüşürler. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin şu anda bana göre hangi tercih setine yönelirse yönelsin kazanabilmesi gibi bir ihtimal mümkün değil. Hangi aktöre kaybedeceğini seçmesi gerekiyor.