Türkiye’de demokrasi 2015’teki PKK operasyonlarından sonra rafa kalktı

Türkiye’de demokrasi 2015’teki PKK operasyonlarından sonra rafa kalktı

Beş yıl önce bu hafta, ülkenin güneydoğusunda Türk Silahlı Kuvvetleri ve Kürt militanları arasındaki şiddetin yeniden başlamasıyla Türkiye, demokrasi, adalet ve hukukun üstünlüğünden hızla uzaklaşmaya başladı.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Şebnem Korur Fincancı'ya göre, bu çatışmalar bir yıl sonra gelen başarısız darbeden daha fazla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin karanlık bir yola dönüşmesine yol açtı. 

Ona göre iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) Kürt yanlısı Halkın Demokrat Partisi'nin (HDP) ortaya çıkmasıyla parlamento çoğunluğunu kaybettiği Haziran 2015 ilk kıvılcım oldu.

"Çoğunluğu kaybettiklerinde özellikle de şiddetin artacağını biliyorduk," diyen Fincancı, Ahval podcastte yaptığı açıklamada, birkaç hafta sonra Türkiye’nin sınır kenti Suruç'taki Kürt yanlısı gençlik topluluğuna IŞİD’in düzenlediği ölümcül saldırıyı hatırlatıyor. 

Cumartesi günü yayınlanan bir avukatlar raporu, Türk yetkililerin IŞİD'in Suruç’taki bombalama planını bildiklerini, ancak hükümetin HDP ile bağlantı kurabilecekleri bir PKK karşıtı operasyonun önünü açmasını ve bu şekilde HDP’nin seçmen tabanını etkilemeyi umarak durdurmak için hiçbir şey yapmadıklarını ortaya koyuyor.  

Fincancı, “Bu, Türkiye'deki kötüye gitmenin başlangıcıydı. Korkutucu bir dönemdi” diyor. 

Hatırladığı ilk işaretler arasında, Nisan 2015'te geçirilen ve polislere protestocuları vurma konusunda geniş yetki veren ve protestocuların dışarı ile ile temas etmeden 48 saat boyunca gözaltına alınmalarına izin veren bir güvenlik yasasıydı.

Fincancı'ya göre, 2015'in ilk üç ayında sadece yedi protestocu vurulurken, kanunun geçmesinden sonraki dokuz ayda bu sayı 215'i geçti. “Ana hak olan yaşama hakkı bu yasa ile tamamen gözardı edildi” diyor.

Bu buzdağının sadece görünen kısmıydı. Kriz Grubu tarafından bu hafta yayınlanan rapora göre ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör grubu olarak görülen ve on yıllardır güneydoğuda isyanlar gerçekleştiren PKK ile 2015'in sonlarından bu yana yeniden başlayan çatışmalarda aralarında 519 sivilin de bulunduğu beş binden fazla insan öldü. 

Bu durum ayrıca, güneydoğudaki bazı kentlerde yaşayanları 2015 sonlarından 2016 başlarına kadar evlerinde kilitleyen sokağa çıkma yasağını da içeriyordu.

79 gün süren Cizre'deki sokağa çıkma yasağına işaret eden Fincancı yaralı ve hastaların yaşam kurtarıcı tedaviler için hastaneye gidemediğini hatırlatarak, “Bunlar günlerce, haftalarca ve hatta aylarca sokağa süren çıkma yasağıydı” diyor. 

Hükümet HDP'yi PKK ile ilişkilendirerek üyelerini terörist olarak nitelendirdi. 2015'in sonlarından başlayarak, devlet HDP belediye başkanlarını görevden almaya ve yerlerine hükümetten kişileri yerleştirmeye başladı. 

Bu ay itibariyle, 130 HDP’li belediye başkanı yasadışı bir şekilde görevden alınırken, partinin eski eş başkan ve başkanlık adayı Selahattin Demirtaş gibi en önemli isimleri şüpheli suçlamalarla hapse atıldı. Tüm parti üyelerinin –geçen hafta tutuklanan 33 kişi de dahil olmak üzere- yaklaşık üçte biri gözaltına alındı.

Washington Post’ta pazartesi günü yayınlanan bir makalede, "Milyonlarca seçmenin iradesini temsil eden çok sayıda seçilmiş belediye başkanının görevden alınmasının dahi – ülke demokrasisinin karşılaştığı tehlikeleri tek başına göstermeye yeten bir örnek olduğu belirtiliyor. 

Ankara Bilkent Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Berk Esen, Middlebury Kolej’den Şebnem Gümüşçü ile 2015’in sonlarında yayınlanan ortak makalesinde, Türkiye'nin o dönem dahi demokrasinin asgari gereklerini yerine getirmeyen otoriter bir rejim olduğunu savunuyordu.

Esen bugün hâlâ Türkiye'yi otoriter bir rejim olarak görüyor, hükümetin özellikle Kürt bölgelerindeki politikacılara ve vatandaşlara yönelik muamelesinin daha da sertleşebileceğini belirtiyor. 

“Türkiye güneydoğuda otokrasi olarak dahi tanımlanabilir” diyen Esen, “Güneydoğu illerinde muhalefete karşı çok daha güçlü bir otokratik rejim var” şeklinde ifadeler kullanıyor. 

Esen'in 2015'ten bu yana gördüğü bir diğer önemli değişiklik Erdoğan'ın iktidarı sağlamlaştırmasıydı. Georgetown Üniversitesi profesörlerinden ve Türk Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Sinan Ciddi de bu görüşü dillendiriyor ve Türkiye Cumhurbaşkanı’nın başarısız 2016 darbesinden bu yana tamamen kişiselleştirilmiş bir rejim yarattığını savunuyor. 

Ciddi Ahval'deki bir podcast yayınında yaptığı açıklamada, “Darbe girişimi ona Türkiye Cumhuriyeti’ni ben ve bazılarının dile getirdiği gibi Tayyip Erdoğan Cumhuriyeti olarak adlandırılan şeye dönüştürmesini sağlayan bir fırsat sundu” diyor.

Bunun önemli bir parçası, devletin her türlü kritik sesi PKK ya da hükümete yönelik darbe girişimini düzenlemekle suçladığı sürgündeki imam Fethullah Gülen'in önderlik ettiği harekete bağlamasıdır.

Fincancı, “Herkesin terörist olarak adlandırılabileceğini ve dolayısıyla da gözaltına alınabileceğini, nezarete konabileceğini veya hapsedilebileceği iddia ediliyor” diyor.

Yaklaşık üç yıldır hapiste olan hayırsever işinsanı aktivist Osman Kavala ile bu ayın başlarında altı yıldan fazla hapis cezasına çarptırılan eski Af Örgütü Türkiye Başkanı Taner Kılıç'dan bahseden Fincancı kendisi de çeşitli suçlamalarla karşı karşıya kalırken, bu ayın başlarında Türkiye'nin güneydoğusu için barış ilanını imzalamaktan beraat etti.

Fincancı, “Türkiye'de insan hakları savunucusu olmak hiçbir zaman kolay olmamıştı, ancak bugünlerde çok daha zor. İnsan haklarını korumaya ve işkence ile mücadele etmeye çalışırken hepimiz terörist olmakla suçlanıyoruz” diyor. 

Türkiye, son beş yıl içinde 94 hapishane inşa ederek hapsettiği nüfusu büyük ölçüde genişletti ve hapsetme oranı açısından Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri arasında ikinci sıraya yerleşti. Ülkedeki işkencelerle mücadele konusunda önde gelen uzmanlardan olan Fincancı, Türkiye'deki işkence davalarının sayısının son beş yılda iki katına çıktığını ve polis saldırganlığının Türkiye'nin güneydoğusundaki geleneksel bölgelerin çok ötesine geçtiğini söylüyor.

Gözaltı sırasında uygulanan ciddi işkence yöntemleri olduğunu belirten Fincancı, “Neredeyse tüm cezaevlerinden işkence iddiaları gündemde ... Ne yazık ki işkence yaygın bir uygulamadır ve işkenceye karşı sözleşme tamamen göz ardı edilmektedir” diyor. 

Devletin demokrasiye en son darbesi geçen hafta avukatlarla ilgili yapılan yasa değişikliği. Artık beş binden fazla avukatın bulunduğu illerde en az iki bin avukatlık bir grup kendi barolarını kurabilecek.

Uluslararası Af Örgütü, yeni yasanın yasal bir mesleği siyasi çizgilere böldüğünü ve son yıllarda hükümeti giderek eleştiren mevcut baroların etkisini zayıflatacağını belirtiyor. AKP, yeni yasanın daha demokratik ve çoğulcu bir hukuk sistemi oluşturacağını öne sürüyor. Fincancı, seçimle oluşan mevcut baroların nasıl demokratik olmayabileceğini merak ediyor.

Fincancı, hükümete veya hükümetin görüşüne uymayan her şeyin bazı yasal düzenlemelerle kolayca değiştirilebildiğini belirtiyor. 

Türkiye’nin ilk çok partili seçimine vurgu yapan Ciddi, Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün halefi Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün Demokrat Parti'den Adnan Menderes'e kaybedeceğini bilmesine rağmen 1950’de seçime gittiğini belirtiyor. 

Askeri liderler İnönü'ye, iktidarını destekleyeceklerini belirterek seçimi iptal etmesini istediler. İnönü, çok geçmeden sandıktan gelen yenilgiyi ülkenin en büyük zaferi olacağını söyledi.

Erdoğan'ın son yıllardaki anti-demokratik hareketlerinin toplamı, Türk vatandaşlarının ülkelerine verilen zararın ne olduğunu bile kavrayamamalarına sebep oldu. 

Ciddi, “İnsan hakları veya hukukun üstünlüğünün veya demokratik yönetişimin ne kadar saldırıya uğradığını etkin bir şekilde takip edemeyiz. Bu o kadar önemli ki, ne kadarının kaybolduğunu görmek zor” diyor.

 

Ahval