Rusya-Türkiye anlaşması Suriye'deki dengeyi nasıl etkiledi?

Rusya-Türkiye anlaşması Suriye'deki dengeyi nasıl etkiledi?

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Soçi’de imzaladığı anlaşmanın yarattığı heyecan giderek sönerken, taraflar sahada bazı zorlu sınavlarla karşı karşıya. Al Monitor'da Anton Mardasov imzalı yazıda Rusya-Türkiye arasında yapılan anlaşmanın Suriye'deki dengeyi nasıl etkilediği yorumlandı.

O yazı şöyle:

Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu YPG'nin öncülüğünde bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri'nin (DSG) Suriye-Türkiye sınırındaki 30 kilometrelik güvenlik bölgesinden beklendiğinden önce çekildiğini 29 Ekim’de Türk mevkidaşı Hulusi Akar'a bildirdi.

Şoygu “Suriye sınır muhafızları ve Rus askeri polisi bölgeye girmiştir” dedi. Ancak Bakan ertesi gün, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Ekim’de Soçi’de imzaladıkları mutabakatın uygulamada bazı zorluklarla karşı karşıya olduğunu teslim etti.

Şoygu ne gibi zorluklar yaşandığına açıklık getirmedi. Ancak Rus ve Türk güçlerinin Haseke vilayetindeki Tırbespiye sınır kapısında buluşmasından kısa bir süre önce Türkiye’nin bölgeye topçu ateşi açtığı ve altı kişinin yaralandığı bildirilmişti.

Rusya’nın Suriye’deki Tarafları Uzlaştırma Merkezi bu iddiayı yalanladı, kimliği belirsiz faillerce patlayıcı bir düzeneğin infilak ettirildiğini ve olayın “provokasyon” olduğunu söyledi. Ayrıca, ateşkese rağmen, Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) ile Suriye hükümet güçleri arasında ve SMO ile DSG arasında çatışmalar ara ara devam etti. 

Soçi anlaşmasında, sınırın Suriye tarafında 10 kilometre derinlikte Rusya ve Türkiye’nin ortak devriye yapması öngörülüyor. Erdoğan, Rusya’nın Soçi anlaşmasının gereklerinin yerine getirmemesi halinde Türkiye’nin DSG'ye yönelik yeniden harekete geçebileceği uyarısında bulundu. Ancak bu açıklamanın Erdoğan’ın iç siyaset gereği sert görünme isteğinden kaynaklandığı düşünülüyor.

Soçi anlaşmasının sonuçlarından biri, Astana süreci kapsamında başlayan Rusya-Türkiye işbirliğinin Fırat’ın doğusuna uzanması ve Adana mutabakatının tatbikine zemin hazırlaması oldu. Moskova açısından ilave bir fayda da şu: Rusya’nın Suriye müdahalesindeki asli amaç Suriye topraklarını korumaktı ve Adana perspektifi, dikkatleri Türkiye’nin Suriye’deki varlığından başka yöne çekiyor. 

Suriye ordusu sınır hattına girmiş olsa da bunun Şam ile Ankara arasında direkt bir işbirliğine temel oluşturacağını düşünmek aşırı iyimserlik olur. Ayrıca, Suriye sınır muhafızlarının girdiği yerlere Baasçı makamların da döneceğini öngörmek için henüz erken. Muhafızların görevi, söz konusu bölgeyi, Türkiye’deki mültecilerin dönüşünü kolaylaştırma doğrultusunda denetlemekten ibaret. Bu bağlamda Rusya-Türkiye işbirliğinin Şam’ın gereksinimlerini ne kadar karşıladığı soru işareti.

Putin, Erdoğan’la Soçi’de yaptığı altı saatlik görüşmenin ardından Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a anlaşmanın kritik maddeleri hakkında bilgi verdi. Esad’ın Soçi’deki görüşmenin hemen öncesinde İdlib’teki cephe hatlarında hükümet güçlerini ziyaret etmesi oldukça manidardı. Rus medyası bu ziyareti, Türkiye’nin denetiminde olan İdlib’in anlaşmada göz ardı edilmesi durumunda Şam’ın son sözü söyleyeceği ve İdlib’i almak için harekete geçeceği yönünde mesaj olarak okudu. 

Nitekim Esad 31 Ekim’de verdiği televizyon mülakatında Putin ve Erdoğan’ın İdlib konusunda eylül 2018’de vardıkları mutabakata “Türklerin uymadığını” ama hükümet güçlerinin İdlib’i “kurtarmakta olduğunu” söyledi.

Esad sözlerini şöyle sürdürdü: “İşler bir yıl boyunca ertelendi. Siyasi süreç, siyasi diyalog derken teröristlerin buradan çıkarılmasına çeşitli girişimlerle fırsat verildi. Tüm ihtimaller tüketildi. Sonunda biz askeri operasyonlar yaparak adım adım bazı bölgeleri kurtardık. Kuzeyde de tüm siyasi seçenekler tüketildikten sonra aynısı geçerli olacak.” 

Rusya’nın Türkiye'nin Rojava'ya yönelik harekatına tepkisi ve Ankara’yla müteakip temasları bağlamında Esad’ın şu düşüncede olduğu anlaşılıyor:

Rusya, Türkiye ile Kürtler arasında arabuluculuğa soyunmak yerine İdlib ve Deyrizor’da askeri olarak genişlemeye odaklansaydı sahadaki bazı sonuçlar farklı olabilirdi. Rusya özellikle İdlib’teki askeri varlığını artırmayı tercih etseydi daha fazla etki gücü kazanır ve hem doğudaki kontrolünü artırma hem de Ankara’ya karşı kendisinin ve Esad’ın pazarlık gücünü artırma imkânı elde ederdi. Oysa olayların mevcut gelişiminde Türkiye’yle birlikte hareket eden SMO’ya, bazı alanların kontrolü verilerek toprak ve stratejik imkân açısından kazanım sağlanmış oldu. Üstelik ABD de doğudaki petrol sahalarında kontrolünü sürdürüyor ve kimi aşiretlerle DSG üzerinde nüfuzunu koruyor, Kürdistan Bölgesi üzerinden bunlara malzeme ulaştırıyor. 

Al-Monitor’da daha önce de irdelendiği gibi Suriye rejimi her ne kadar öncelikle Rusya’nın sınırları içinde hareket etmek zorunda olsa da müttefikleri arasındaki çıkar çatışmalarını kendi lehine kullanabiliyor. Rusya’nın çizdiği çerçeve, bazı bölgelerin muhalefet kontrolünde bırakılmasını ve Anayasa Komitesi’nin çalışmasını içeriyor. Belli bir muhalefet varlığını kabul etmek Rusya’ya hem Şam’a baskı uygulama hem de Şam’ı uzlaşmaya açıkmış gibi gösterme imkânı veriyor. Böylece komitenin çalışmaları da Esad’ı meşrulaştırma aracı olarak değil güya uzlaşma iradesi olarak yansıyabiliyor. 

Esad bu noktalarda Rus pozisyonunu eleştiremez. Nitekim bahsi geçen mülakatta Putin-Erdoğan anlaşmasının “iyi” bir anlaşma olduğunu söyledi ve şu ifadeleri kullandı:

“Ruslar bu anlaşmayla Türkleri dizginlediler, Amerikalılara üstünlük sağladılar ve Almanların önerdiği gibi meselenin uluslararası hâle getirilmesini engellediler. Bu nedenle bu anlaşma olumlu bir adımdır. Türklerin hemen çıkması için baskı uygulamaması bakımından anlaşma istenen her şeyi sağlamıyor ancak hasarı sınırlandırıyor ve bu bölgenin önümüzdeki dönemde, umalım ki çok kısa bir sürede kurtarılmasına zemin hazırlıyor.”

Kürtlerin ve ABD’nin çekilmesiyle oluşan boşluğun rejim güçlerince hızla doldurulması, Rusya’nın arabulucu konumunu ve Şam’ın elini gerçekten de güçlendirdi. Suriye hükümeti bundan istifade ederek güç boşluğunu doldurmakta Rusları daha da doğuya çekmeye çalışabilir. Ayrıca, Moskova eski DSG gruplarının Esad güçlerine entegrasyonunu içeren “uzlaşı” senaryosunu hayata geçirmeyi başarırsa, İran nüfuzuna set çektiğini iddia edebilir ve Suriye’nin yeniden inşa süreci için Körfez devletlerinden yatırım çekebilir. Farklı bir senaryoda ise Tahran’ın statükoyu korumayı kabul etmesi ve İsrail’i askeri adımlar atmaya kışkırtmaktan vazgeçmesi durumunda Rusya doğu Suriye’nin sorumluluğunu İran’la paylaşabilir. 

Fırat’ın batı ve doğu yakalarına malzeme ulaştırabilmek ve bölgeye yeni birlikler konuşlandırabilmek için Rus askeri mühendisleri ekim boyunca metal bir köprüyü onarmakla uğraştılar.

Rus “gönüllü askerleri” ve rejim yanlısı güçler 2018’de petrol sahalarını ele geçirmeye çalışırken ABD’nin hava saldırılarında can vermişlerdi. Bu tecrübe ışığında Rusya veya İran’ın ABD’yle doğrudan çatışması ihtimali zayıf görünüyor. Dolayısıyla rejim güçleri geriye kalan ABD ve DSG varlığının tez zamanda yok olmasını ve rejim ordusunun doğu Suriye’ye girişini protesto eden yerel aşiretlerin rejim himayesini kabul etmesini ummakla yetinmek zorunda.