DEVA Partisi Diyarbakır İl Başkanı Ülsen: Kürt meselesi hakkaniyet temelinde çözülür

DEVA Partisi Diyarbakır İl Başkanı Ülsen: Kürt meselesi hakkaniyet temelinde çözülür

AKP'den ayrılarak kurulan Ali Babacan önderliğindeki DEVA Partisi'nin Kürt meselesinde nasıl bir yol izleneceği merak konusu.

Kürt bölgesinde örgütlenme çalışmalarını sürdüren partinin Diyarbakır Kurucu İl Başkanı Cihan Ülsen, yoğun bir ilgiyle karşılaştıklarını belirtti. Ülsen, Kürt sorununun çözümü için, “DEVA Partisi Kürt meselesini hal ve çözümü için, güven temelinde siyasi kanalları açık tutarak, her türlü talebin rahatlıkla tartışılacağı demokratik zemini inşa ederek, özgürlük alanlarını genişleterek ve hukuku tahkim ederek adım atılmasını öncelemektedir” dedi.

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), bölge illerinde örgütlenme çalışmalarını sürdürüyor. Diyarbakır, Mardin, Şırnak gibi illerde yüzlerce kişi partinin il yönetiminde yer almak için başvuruda bulundu.

Parti kurucuları bölgede ciddi bir mesai yaptı, nabız yokladı ve il yönetiminde bulunmayı talep edenlerle mülakat gerçekleştirdi.

Duvar'dan Vecdi Erbay, Cihan Ülsen ile konuştu.

"AK Parti’den ayrılanlar, belki şimdilik, iki yeni parti kurdular. Neden iki parti? Gelecek Partisi ile DEVA Partisi hangi temel konularda uzlaşamadı?" sorusuna Ülsen şu yanıtı verdi: 

“Partiden ayrılarak iki parti kurup uzlaşamayanlar” gibi bir tanımlamaya itirazla başlayabilirim söze. Ayrıca bu konuda şahısların, hangi siyasi partide geçmişi bulunursa bulunsun, kabaca sınıflandırılmasını doğru bulmuyorum. Bu tanımlamaya atfedilen sayı iki de olabilir, hatta daha fazla da olabilir. Tarihsel süreç, mevcut koşullar ülke gerçekleriyle tutarlılığı ile bakılabilir bu meseleye. Zira, henüz iş başında görmediğimiz iki siyasi partiyi bu minvalde konuşmak doğru olmaz. Fakat şunu bütün içtenliğimle söyleyeyim, DEVA Partisi son yirmi yıldır Türkiye’de pek çok enkaza neden olan AK Parti iktidarının yarattığı yıkımı ortadan kaldıran bir parti olarak tarihe geçeceğidir.

Bir dönem beraber aynı çatı altında yürüyenler, temel birtakım meselelerde ayrışabilirler. Siyasetin cilvesi bu. Bence burada, bu insanların hem öncesinde siyaset yaptığı partide hem de diğer siyasi partilerden farklılıkları konusunda sonrasında ne yaptıklarına bakmak gerekir. Bu siyasal hareketlerin yeni bir söz söyleme cüretlerinin olup olmadığı, onları diğerlerinden ayırır. Bu anlamda DEVA Partisi’nin kurucuları ayrıştıkları noktada itirazlarını yüksek sesle dillendirmiş, karşılık bulmayınca da yollarını ayırmışlardır. Onlar için mevcut partilerinde kalıp siyaset yapmak hem riski olmayan bir şey hem de kolaydı oysa. Fakat tercih ettikleri yol cesaret isteyen, meşakkatli bir yoldu. Sadece buna bakarak bile, DEVA Partisinin ülkenin sorunlarına nasıl bir cesaretle siyaset izleyeceği görülebilir.

O röportajdan bir bölüm şöyle: 

DEVA Partisi bölge illerinde örgütlenmeye çalışırken, örneğin il başkanlığı için çok sayıda başvuru yapıldı. Bu ilgiyi nasıl yorumlarsınız? DEVA Partisi’nde siyaset yapmaya niyet edenler, AK Parti’nin bölgedeki tabanında yer alan insanlardır, diyebilir miyiz?

İkinci sorudan başlamak isterim. DEVA Partisi’nde siyaset yapmaya niyet edenler, AK Parti’nin bölgedeki tabanında yer alan insanlardır, diyemeyiz. Bu çok dar bir yaklaşım olur. Çünkü örgütlenme çalışmalarında gördük ki DEVA Partisi’ne toplumun her kesiminden ilgi ve talep var. Sadece Ak Parti tabanı değil, diğer birçok siyasi partide görev almış ya da bu partilere üye olmuş insanlar DEVA Partisine katılmak için niyet beyanında bulunmuşlardır. Bir başka açıdan şunu da ifade etmek isterim, DEVA Partisi, kurucular kurulundan başlayarak il ve ilçe teşkilatlanmalarına kadar, bu teşkilatların yönetimlerinde en az yüzde elli oranında daha önce hiç siyaset yapmamış, siyasi parti çalışmalarında bulunmamış insanlarla yola çıkıyor. Bu şimdiye kadar Türkiye siyasi partiler tarihinde görülmemiş bir durum. Bu anlamda, DEVA Partisinin örgütlenme yapısının ve izlediği çizginin sivil hareket tarzında olduğunu söyleyebilirim.

Hukukçu olduğunuz için sormadan geçmek olmaz. Türkiye’de yargı ile ilgili ne söyleyebilirsiniz?

Adalet mülkün temelidir sözü bir temenniden fazlasıdır. Devletler meşruiyetini ve gücünü adalet zemini üzerine kurar ve inşa ederler. Uzun zamandır Türkiye’de barışın, huzurun ve güvenliğin teminatı olan adaletten ve adalet duygusundan ciddi bir sapma olduğuna tanıklık ediyoruz. Bu durum zulümlerin ve haksızlıkların payidar olmasına sebebiyet verirken, insanların başta devlet olmak üzere diğer bütün ilişkilerini de zedeleyen noktaya gelmiştir. Hukuku adaletin, yargıyı da hukukun somutlaşmış hali olarak kabul edersek hak ve özgürlük temelli bir bakış üzerinden Türkiye’deki yargı meselesine bakmamız gerekiyor.

Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda ciddi sorunlar olduğu açıktır. Bu sorunlar salt yasal mevzuattan kaynaklanmamakta aksine uygulamadaki baskıcı ve otoriter yönetim anlayışından kaynaklanmaktadır. Güçler ayrılığı ilkesinin gereği olan “denge ve denetleme” sisteminin yargı bahsinde bertaraf edildiği bu dönemde bireylerin hak ve özgürlükleri devlet karşısında artık korumasız kalmıştır. Parti programında da açıkça ifade edildiği gibi insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi anlayışından sapıldığı, otoriter ve baskıcı politikaların yürürlüğe konduğu, toplumsal ve siyasal muhalefetin sindirildiği ve korku ikliminin yaratıldığı bir ortamda yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamak mümkün değildir.

Baştan ayağa, yargı ile ilgili her mevzuda -yasal düzenlemelerden hakim ve savcıların atanmasına kadar- yürütmenin tahakkümü sona ermedikçe yargı bağımsızlığından söz etmemiz mümkün değil. Bunu sağlamanın yolu güçler ayrılığı ilkesinin sert bir şekilde uygulanması ve denge ve denetleme mekanizmalarının işlevsel hale getirilmesinden geçiyor.

Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan gibi öne çıkan isimlerden yola çıkarak sormak isterim: Bu insanların hapiste tutulmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Benzer nedenlerle hapis yatan insanların durumuyla ilgili bir çalışmanız, programınız var mı?

Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda ciddi sorunların olduğunu dile getirmiştik. Türkiye artık istisnaların kural olarak uygulandığı, kuralların ise artık uygulanmadığı bir ülke haline gelmiştir. Çünkü bir hukuk düzeninde asla kabul edilmeyecek olan durumlar/haller, hukuk dışında hukuk yaratılarak normal kılınmaya çalışılmıştır. Bunun somut örneklerinden biri de yargının “araçsallaştırılması” konusudur. Yargının “araçsallaştırılması”, baskıcı ve otoriter yönetim anlayışının doğal bir sonucu ne yazık ki. İktidar uzun zamandır kendine muhalif gördüğü tüm kesimleri yargı üzerinden “terbiye etme” pratiği geliştirdi. Bir taraftan muhalefeti cezalandırırken diğer taraftan insanlara da bir mesaj veriliyor bu yaklaşımla. Bu çok tehlikeli olmakla beraber hukuk güvenliğinin de iflası anlamına geliyor. Yargının temel görevi hak ve özgürlükleri korumak, hak ve özgürlüklere yapılan tecavüzleri sonlandırmaktır.

Bu minvalde, artık temel işlevinden çok uzakta konumlanan yargı, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan başta olmak üzere gazeteciler ve hak savunucularının yargılamalarında ciddi adaletsizlikler ve haksızlıkların doğmasına ve yaşanmasına sebebiyet vermektedir. Tutuklama gibi hukukta istisna haller kural haline getirilip tek bir somut delile dayanmadan insanlar hakkında davalar açılıp cezalar veriliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması için olmadık yollar ile var olan hukukun arkasında dolaşmak ve olmayan bir hukuk yaratmak neredeyse vakayı adliyeden sayılır oldu. Bu yargılamalara ve haksız tutuklamalara itiraz yükseltilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira açıkça adaletsiz, haksız ve açık zulüm haline gelen bu uygulamalara gerektiği gibi itiraz yükseltilmez ise bu uygulamalar ve hukuksuzluklar bütün bir ülkeyi içine alacak “olağan bir hal” olarak hayatlarımıza girecektir.

Kürt meselesi, denilebilir ki Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinin belirlenmesinde de önemli rol oynuyor. Türkiye’de Kürt meselesi sizce nasıl çözülür?

Kürt meselesi sadece Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinin belirlenmesinde değil bütün meselelerin temelinde yatan yadsınamaz bir gerçektir. Sayın Abdullah Gül birkaç yıl önce iktidarı Kürt Meselesi konusunda, “Sorun, kendi iç meselemiz iken aklıselim bir şekilde oturup konuşalım, bir an önce bu meseleye bir çözüm bulalım” sözleri ile uyarmıştı. Fakat sonrasında atılan adımlar, yapılan yanlışlıklar ve izlenen politikalar maalesef sorunu “bizim” olmaktan çıkarıp bölgesel bir sorunun parçası kılmıştır. Uyarılar dikkate alınsaydı belki de çözülmüş ve geride bırakılmış bir sorunu konuşuyor olacaktık. Bu konuda yapılacak en önemli çaba, sorunu kendi iç meselemiz olduğuna ve hakkaniyet temelinde bütün tarafları çözüme ikna etmektir. Türkiye’nin insan haklarına dayalı demokratik bir hukuk devleti olma konusundaki eksikliklerinden başlayarak iktisadi, siyasi ve insani açılardan pek çok olumsuz sonucun altında Kürt meselesindeki çözümsüzlüğü bulabilirsiniz. Kürt meselesi demokratik hak, özgürlük ve eşit vatandaşlık taleplerinin karşılanmasıyla ilgilidir. DEVA Partisi Kürt meselesini, güven temelinde siyasi kanalları açık tutarak, her türlü talebin rahatlıkla tartışılacağı demokratik zemini inşa ederek, özgürlük alanlarını genişleterek ve hukuku tahkim ederek bu meselenin hal ve çözümü için adım atılmasını öncelemektedir. “Kürt meselesi nasıl çözülür” sorusuna verilecek birçok cevap var. Ama öncelikle vatandaşlık tanımından başlamak gerekir. Füsun Üstel’in tespit ettiği üzere Türkiye’de kültürel vatandaşlık anlayışının egemen olduğu “militan bir vatandaşlık” hali söz konusudur. Bunun değişmesi ve sivil vatandaşlık tanımında buluşmak gerektiğini düşünüyorum. Burada önemli olan meselenin çözümüne dair bu iradenin gösterilmesi ve iradenin sürekliliğine dair başta yasal koşullar olmak üzere bütün koşulların sağlanmasıdır. Bu koşullar sağlandıktan sonra çözümün ortak akıl ve hakkaniyet çerçevesinde çözülebileceğini düşünüyorum.

Bölgede Kürt halkından oy talep edeceksiniz. Peki vaatleriniz ne olacak? Mesela anadilde eğitim için bir vaadiniz var mı? Ya da insan hakları ihlallerine karşı güçlü bir karşı duruş sergileyebilecek misiniz?

Anadil ya da anadilde eğitim bir tartışma konusu olmaktan çıkarılması gerekiyor. Onlarca yıldır yasakçı uygulama ve politikalar ile başta eğitim alanında olmak üzere Kürtçe’nin kamusal alanlardaki kullanımı türlü gerekçelerle engellenmiştir. Bu hususta kesin ifadelerle meseleyi ele almak gerektiğini düşünüyorum. Herkesin anadilde eğitim, sağlık ve devlet bürokrasisinin geri kalanından hizmet alma hakkı vardır, bu hak sadece eğitimle sınırlı değildir, tüm hizmetleri kapsayacak şekilde düzenlemeler yapılmalıdır. Bu düzenlemelerin yasal ve anayasal koruma altına alınması bu açıdan önemlidir. Defacto durumlar yaratılıp iktidarların keyfili uygulamalarından uzak bir yere konumlandırılmalıdır.

Diyarbakır’da ve bölgenin birçok ilinde HDP, baskılara rağmen birinci parti konumunda. HDP’li birçok siyasetçi hapiste ya da sürgünde. HDP’li belediyelere kayyım atandı. Meydanlarda kitlesiyle buluşması yasak vb. Bu koşullarda siyaset yapmaya çalışan HDP ile yarışmak bir adaletsizlik duygusuna zemin hazırlamıyor mu?

Bunun için ülkedeki siyasi atmosferin normale dönmesi gerekiyor. Gerek HDP gerekse bahsettiğiniz meselelerden dolayı problem yaşayan diğer toplumsal kesimler için bu olmazsa olmaz bir durumdur. DEVA partisinin birinci önceliği siyasetin bir kutuplaşma aracı olarak değil, bir uzlaşı zemininde yürütülmesi için gösterdiği çaba ve önüne koyduğu vizyondur. Bu temelde yaklaşıldığında bahsettiğiniz sorunların hiçbirinin olmayacağını, ya da en asgari seviyeye ineceğidir. Fakat bunun için öncelikle parti olarak söz söyleme, icra etme ve bu değişiklikleri yapmak için gücü elinde bulundurmak gerekir. Bunun için de iktidar olmak gerekir. Bu sorunun cevabının samimiyeti ancak bu durumda verilebilir. Biz konuşarak değil yaptıklarımızla gündeme gelmek istiyoruz. Ortada bir haksızlık varsa, bu yalnızca HDP ile ilgili değildir. Belki bu durumdan en fazla etkilenen parti onlardır. Fakat unutulmaması gerekir ki, yakın bir zaman önce parti olarak siyaset yapmamamız ve seçimlere girmememiz için AK Parti bir takım yasal düzenlemelere girişti. Yaşanan bu ve benzeri sorunlar ve mağduriyetler git gide hepimizin hayatını etkileyecek bir mecraya doğru sürüklenmektedir. İktidar olma iddiamızın nedeni, tam da budur; yani bu haksızlıkları gidermek, siyaseten tıkanan ülkenin önünü açmaktır.

Siyasi parti liderlerinin çalışmalarına Diyarbakır’dan start vermesi, buradan mesajlar vermesi neredeyse gelenek haline geldi. Ali Babacan’ı da yakında Diyarbakır’da görme ihtimalimiz var mı?

Türkiye’deki demokratik hak ve özgürlükler ne yazık ki Kürt meselesinin yarattığı travmadan bağımsız değerlendirilemiyor artık. Kürt meselesi gibi ağır bir meselenin çözülmesi diğer pek çok çözümün de mümkün olacağını gösterir. Bu sorunun çözülmemesi, iktidarların bu mesele üzerinden diğer toplumsal kesimleri marjinalleştirip manipüle etmesini, sorunun güvenlikçi politikasına devredilmesine neden olur. Sorunu özellikle bu yanlış durumdan kurtarmak gerekiyor.

Tarihsel sürece baktığımızda bu konuda yüzleşmekten kaçınma, günden güne bütün toplumsal kesimler için artık kaldırılamayacak bir yükün ortaya çıkmasına neden olmuştur. DEVA Partisinin Kürt Meselesine yaklaşımı tamamen güvenlikçi politikalardan uzak, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınıp korunması üzerine temellenecektir. Bundan dolayı salt mesaj vermek üzerine değil aksine gerçekleşmesi mümkün cevaplarla Genel Başkanımızı Diyarbakır’da görme ihtimalimiz var.