“Bîranînen li Ser Kevirî/Taşa Yazılmış Anılar”

“Bîranînen li Ser Kevirî/Taşa Yazılmış Anılar”

Bu film, Saddam rejiminde yaşanan El-Enfal Kürt soykırımını anlatmaya çalışan bir film çekiminin dramatik hikayesini konu ediyor. Yani “film içinde film”.

Kürt Yönetmen Shawkat Amin Korki, bu filmi ile Hindistan’da 2014 yılında düzenlenen 20. Uluslararası Kalküta Film Festivali’nde  “ASIA PACIFIC” ödülünü yani “Asya’nın Oscar’ı”nı; 2015 yılında ise 52. Uluslararası Antalya Film Festivali, Uluslararası Yarışma Bölümü'nde “en iyi yabancı film” ödülünü aldı. Ayrıca 10’dan fazla dünya festivali gösterimi ve ödülüne layık görüldü.

Senaryosu Shawkat Amin Korki ve Mehmet Aktaş tarafından yazılan, yapımcılığını ise Mehmet Aktaş’ın üstlendiği filmin oyuncuları arasında oldukça tanıdık isimler de var: Nazmi Kırık, Suat Usta, Ala Riani, Husein Hassan.

Film yaparken kendini anlatmak;

Filmin anlatımı hem kendine-yani Kürtlere; hem “öteki”ne- yani “biz Kürtler neler yaşadık, bunu siz de bilin” dercesine dünyaya yöneltilmiş.

Açılış sahnesi, yönetmenin kendi yaşamından bir kesit ile başlıyor: Saddam rejiminde yasaklı olan Yol filminin bir sinemada gösterimi sırasında askerler salonu basar ve bizler bir çocuğun gözünden olanları izleriz. Yılmaz Güney’in o yıllarda Güney Kürdistan’da biliniyor ve yasaklara rağmen izleniyor olduğunu da öğreniyoruz. Bu flashbackten sonra sahne günümüze gelir ve iki arkadaşın El-Enfal üzerine yapmak istedikleri filmin traji-komik çekim koşullarını izlemeye başlıyoruz.

 

Shawkat Amin Korki, günümüz Güney Kürdistan Kürt toplum sosyolojisini muhteşem anlatıyor. Bütün çelişki ve dinamikler; çıkmazlar, potansiyeller kısacası yeni Kürtlük halleri Nazmi Kırık’ın (Alan adlı bu kişi film çekmeye çalışan iki arkadaştan biridir) başarılı performansı ile su gibi akıyor. Filmde farklı Kürtçe lehçelerinin karşılaşması, Alan’ın (Nazmi Kırık) Soranca konuşan karısı ile olan diyalogların sorunsuz akışı ile örneklenmiş oluyor.    

Orta Doğu’nun Gladyatörleri

Film çekimleri Duhok kentinde gerçekleştirilmiş olan filmin ana mekanı, Saddam döneminin dev bir hapishanesidir. Hapishane bazı geniş çekimlerde “Kolezyuma”a benziyor. Viraneye dönmüş olsa da sıralı zindan odaları, dev duvarları ve ortasındaki ezici boş avlusu ile insanın içine dehşet duygusunu yerleştirmeye yetiyor. Orta Doğu kentlerinin birçoğunda hapishane ve kent duvarları iç içe geçmiştir. Irak kentleri, bu yapılaşmayı dramatik biçimde temsil eder. Siyasetle çözülemeyen meseleleri duvarla örten otoriter rejimlerin geride bıraktıkları kale duvarları ya da dediğimiz gibi Kolezyum’u andıran bu korkunç yapılar vahşetin hatıratı.

Gladyatör dövüşleri ile insanın vahşice öldürülmesini seyirlik bir zevke dönüştüren Roma kralları, arka sıranın izleyicileri olarak halkı da yanlarına almışlardı. O Kolezyumlar bugün turistik mekanlara; Saddam’ın vahşet hapishaneleri de film setlerinin mekanlarına dönüştü. Ama vahşet ve otoriter siyaset ilişkisi devam ediyor. Vahşet hala seyirlik bir malzeme. Üstelik mekanı herkesin evi. Bütün dünya “cebinden” IŞID vahşetini izliyor. İzlemek ve bu vahşetin bir parçası olmak artık kimseye uzak değil.

Kolezyumu andıran bu hapishanenin avlusuna kamyonlarla taşınmış olan Kürt mültecilerin, geçmişin vahşetini yüklenerek gerçekleştirdikleri figüranlık rolü bu çekim planında “başrol” hamlesine dönüşüyor. Kürt mülteciler, bu sahnede filmin duygu ve dramını bütün ağırlığı ile tek sahnede bize yaşatıyor.

Kürtler film çekiyor!

Filmin çekim serüveni siyasal ve gündelik yaşamın içinden yol alıyor. Güney Kürdistan devletleşme siyasetini belli ki dinamik bir kentleşme girişimiyle sürdürmekte. Bunu filmin dış çekim sahnelerinde belirgin olarak görüyoruz. Fakat ortada bir sıkıntı var; şehirler büyük bir inşaat şantiyesine dönüşmüş. Ayrıca bu yeni yapılaşmada Türklerin ekonomik yatırımları çok ön plana çıkmış durumda. Her yerde Türk ürünleri ve tabelalarını görüyoruz.

İnşaatçıların ekonomik hakimiyeti, filmde karikatürize edilerek işlenmiş. Örneğin Roj Azad (filmde Kürt starı) gibi birçok müzisyenin ve sanatçının maddi koşulları, inşaatçıların vesayeti ile sürüyor. Ama inşaat burjuvazisi ile Kürt sanatçılarının ilişkisi belli ki bir çileye dönüşmüş. “Ne var ki ben de film yönetirim” fikri, filmde oldukça ironik, keyifli sahnelerle işlenmiş. Biz de biraz karikatürize edersek; film, Kürt inşaatçıların hakimiyeti ve onların gelecek tasavvurları ile idealist Kürt sinemacıların karşılaşmalarını ironik bir dille anlatıyor diyebiliriz.

“Taşa Yazılmış Anılar”, Kürt sinemasındaki yaygın epik anlatımdan kurtularak; kentte geçen ve kent toplumuna dönüşen Kürtlerin yaşadığı yeni çelişkileri işleyebilmiş.  

Devlet iktidarları ve toplum gibi büyük çatışmalı ikiliklere sıkışmayan filmin anlatımı; Kürt toplumunun kendi içinde ördüğü gündelik yaşam mecralarını da yakalamış, ayrıca toplumun gelecek tasavvurunun yeni iktidar odakları ve sıkıntılı öncelikleri üzerinden görselleştirebilmiş. Bu anlamda gerçekten başarılı bir iş çıkarmış.   

Ele alınan bir diğer olgu ise “kaçakçılık”. Kaçakçılığı anlatmak için İran sınırı kritiktir. İran rejiminin Kürt politikası, en iyi sınır kaçakçılığı ile kavranabilir. Bahman Ghobadi’nin “Sarhoş Atlar Zamanı” bu anlamda bir kült oldu: Kürt kaçakçıdır!

Bahman’ın “Yarım Ay” filmindeki kaçakçı Kako, bu filme aynı rolle taşınmış. Bir film setinden kalkıp buraya gelmiş gibi. İran’a katır sırtında film ekibinin malzemelerini taşıma işi yine bu kaçakçıya düşer.  

 

Filmi bitirmek gerek!

Bir filme başlamak için öncelikle fikir sonra filmin prodüksiyon ekibi ve ekipmana –yani paraya- ihtiyaç var. Bu filmde iki arkadaşın filme dair fikirleri çocukluklarından gelirken para konusu daha karmaşık hal alıyor ve çokça sorun çıkıyor. Ama Kürt koşullarında, herkesin elinden geleni yapması beklenir ki filmde de öyle oluyor. Herkes işin bir ucundan tutuyor, Alan (Nazmi Kırık) evini satıyor. Ama işe tekrar koyulurken iki konu yeniden çıkmaza giriyor: Biri kadın oyuncu bulmak; diğeri para bulmak!

Film çekimindeki en temel mesele, kadın bir oyuncu bulmak üzerinden gelişiyor. Bu mesele aynı zamanda, Kürt toplumunun feodal, geleneksel çıkmazlarını ortaya koymada nefis bir bakış açısı sağlıyor. Filmde rol almak isteyen bir kadın oyuncu hangi engelleri aşmak zorundadır? Nelerle baş etmeli?

Bir kadın oyuncunun önce ailesinden dahası ailenin erkeklerinden izin alması gerekiyor. Bu izin mevzusu filmde büyüyor. Bütün geleneksel kurumlar ve ilişkiler deneniyor. Filmin ekibi elinde bir kutu baklava ile adeta “kız isteme”ye giderler.

Kısacası, toprağa dayalı sınıfsal oluşumların modern kentte başka bir merhaleye taşınmış olmasını, kadın oyuncu bulma arayışı içinden aktarmak, sinema dili açısından da isabetli olmuş. Ağanın artık beyaz eşyacı olan oğlunun kadın oyuncu adayına olan karşılıksız aşkı, film çekimi boyunca baş belası konulardan biridir.

Diğer taraftan filmin ekibi para bulmak için Roj Azad (Suat Usta) belasına bulaşmak zorunda kalırlar. Filmin yönetmenini ikna eden Alan, Roj Azad’a başrol vererek, ona sponsorluk yapan inşaat şirketi aracılığı ile askeri araç ve ekipmanları sağlamayı hedeflemektedir. Elbette bu konu da sarpa sarar. Kürt starı, Roj Azad, cephede yaralanmış peşmergeyi canlandırırken çalan cep telefonunu açıp konuşmaya varacak kadar rolünü cüretkarca oynamaya devam ederek ekibi çıldırtmaya devam eder.  

Suat Usta’nın oynadığı Roj Azad, özellikle Türkiye’de çok aşina olduğumuz bir Kürt sanatçısını temsil ediyor. Roj Azad, Kürt TV Kanalları furyasında yıldızı parlayan birçok erkek starın birleşimi adeta. Kürt sosyolojisine hakim olanların bilebileceği gibi, bir Kürt burjuvazisi ile bir lümpen Kürt işçisi arasındaki sosyal ve kültürel mesafe oldukça kısadır. Sınıfsal karşılaşmalar, kültürel yakınlıktan dolayı çok hareketlidir. Hiçbir karşılaşma şaşırtıcı değildir. Bu filmde de bunu çok olağan bir durum olarak izliyoruz.

Oyuncuları özellikle Nazmi Kırık’ın muhteşem performansı ve Suat Usta’nın “absürd” bir karakteri başarılı biçimde ortaya koyabilmiş olması, filme yüksek bir seyirliğini yükseltmiş. Filmde belirgin biçimde “başrol-yardımcı rol” ayrımlarına gidilmemesi ise takdire şayan. Her karakter özgün ve incelikler içeriyor. Yani filmde herkes eşit oranda değerli.

Kısacası taşları yolda dizilen bir süreç ile film tamamlanır. Ama sıkıntılar bitmez. Filmin gösterileceği sinema salonu bir Türk işletmecisinin restoranına dönüşmüştür. Bin bir zorlukla biten film, hapishane avlusunda prömiyerini yapar! Ama burada da sürprizler bitmez…