Ayhan Bilgen: Erdoğan faturayı HDP'ye kesecek

Kars’ı eski MHP’li yönetimden devralan, ancak henüz mazbatası teslim edilmeyen HDP’li Ayhan Bilgen’e göre partisinin 31 Mart stratejisi, Kürtlerin belirleyici etkisinin sadece Kürt illerinde değil, batı metropollerinde de belirleyici olduğunu gösterdi.

Ayhan Bilgen: Erdoğan faturayı HDP'ye kesecek

Kars’ı eski MHP’li yönetimden devralan, ancak henüz mazbatası teslim edilmeyen HDP’li Ayhan Bilgen’e göre partisinin 31 Mart stratejisi, Kürtlerin belirleyici etkisinin sadece Kürt illerinde değil, batı metropollerinde de belirleyici olduğunu gösterdi. 

Bunun Kürt politikası açısından iki yönlü sonucu olabileceğini söyleyen Bilgen’e göre Erdoğan bir yandan Kürt politikasında bazı atımlar atabilir ama İstanbul başta olmak üzere büyük metropollerdeki kaybının faturasını da HDP’ye kesmek isteyebilir.

İstanbul başta olmak üzere AKP ve MHP’nin kaybettiği pek çok yerde oylar yeniden ve yeniden sayıladursun, HDP’nin 31 Mart stratejisinin etkisi hükmünü sürdürüyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinde barajı aşarak AKP’yi iktidardan düşüren HDP o tarihten bu yana, tabiri caizse iktidarın gazabına uğradı. Eş başkanları dâhil binlerce yöneticisi ve tutuklandı, siyasi aktiviteleri kriminalize edildi, engellendi.

31 Mart seçimleri öncesinde de HDP açıkça terörist ilan edildi ve AKP-MHP’nin öncelikli hedefi oldu. Bunun temel nedeni ise HDP’nin, Türkiye’nin batısında aday göstermeyip kendi seçmenini iktidar blokunun adaylarının karşısındaki muhalefet adaylarına oy vermeye çağıran stratejisiydi. Fakat HDP stratejisinin bir ayağı da kayyım atanan belediyelerin tümünü yeniden almak ve kazandığı belediye sayısını artırmaktı. Bu hedef çeşitli nedenlerle tutturulamadı. Buna mukabil Kürt seçmen doğuda gösteremediği etkiyi, Türkiye’nin batısında ve aslında Türkiye siyasetinin genelinde sarsıntı yaratacak şekilde ortaya koydu.

Peki 7 Haziran’da AKP’ye kaybettirdiği için iktidarın gazabına uğrayan HDP, 31 Mart’ta da iktidar blokuna kaybettirerek nasıl bir sonuçla karşı karşıya kalabilir? Gazete Duvar'dan İrfan Aktan, HDP’nin 31 Mart seçimlerine ilişkin değerlendirmesini, uzun süre partinin sözcülüğünü de yapmış olan, Kars’ın taze Belediye Eş Başkanı Ayhan Bilgen’le konuştu. Bu söyleşinin öne çıkan bölümleri:

HDP 31 Mart seçimlerinin belirleyici aktörü olmasına rağmen bir önceki yerel seçimlere göre çok sayıda belediye kaybetti. Parti olarak bu tabloya yorumunuz ne?

Bir kere sonuçlara özeleştirel yaklaşma konusunda net bir ortaklaşmamız var. Halkı suçlayarak demokratik mücadele yürütülemez. Eğer bir eksiklik varsa bize, suç varsa da bu baskı ortamını yaratan, demokratik koşulları işlevsizleştiren siyasi iktidara aittir. 31 Mart Türkiye siyasi hayatında muhtemelen bir dönemeçtir. Bu dönemeçte Kürtlerin özgül ağırlığıyla ilgili potansiyel yükseldi. Ama bu potansiyelin somut tezahürü seçimden hemen sonra olmasa da, orta ve uzun vadede hissedilecektir.

31 Mart günü sizin aday olduğunuz Kars dâhil, halk hangi koşullarda sandık başına gitti?

Gözle görülür somut engellemenin olmadığı yerlerde bile, parti yöneticilerimizin tutuklanmış olması seçimin eşit koşullarda yaptırılmaması anlamına geliyor. Kars’ta mesela, 7 Haziran’da görev başındaki arkadaşlarımız, ondan sonraki kongrede seçilenler ve en son kongrede seçilenler; üç dönemin eş başkanlarının tamamı şu an cezaevinde. İlçe başkanlarımız için de aynı şey geçerli. Öte yandan 31 Mart’a girdiğimiz son ana kadar bir karşı propaganda olarak kayyım atanacağı tehdidi kullanıldı. Daha seçim bile yapılmadan sanki arkadaşlarımız göreve gelmiş, suçu da işlemiş ve bunun gereği yapılacakmış gibi “GBT’leri elimizde, hazır” dendi.

Bu söylemin bir kısım seçmeninizi sandığa gitmekten alıkoyduğunu düşünüyor musunuz?

Bu Türkiye demokrasisi açısından ayıbın ötesinde rezalettir ama aynı zamanda seçmen psikolojisini de iki türlü etkiledi. Muhtemelen en sadık, fedakâr seçmenimiz bu söylem dolayısıyla, partilerine yönelik eleştirilerini saklı tutarak iradesine sahip çıktı, kenetlendi ve adayları, aday sıralamasını önemsemedi. Fakat partinin genişleme hattında yer alan daha liberal veya orta sınıf, geçmişte merkez sağ partilere oy vermiş, muhafazakâr Kürtler, kayyım propagandasından tedirgin oldu. Dolayısıyla kayyım propagandasının tek tip bir etkisi olduğunu söylemek zor.

Peki Kürdistan’daki oy düşüşünüzü nasıl izah ediyorsunuz?

Tek tek şehir analizleri yapıyoruz ama aynı şehirde hem HDP’nin hem de AKP’nin düştüğünü görüyoruz. Bunun bir sebebi sahaya başka partilerin de girmesidir. Nitekim bazı şehirlerde Saadet’e, CHP’ye hatta MHP’ye oy gittiği görülüyor. Kürt illerindeki iki kutuplu siyaset, yeniden çok parçalı siyasete kayıyor. HDP’den eksilip AKP’ye gittiği algısı doğru değil. Çünkü HDP’nin de AKP’nin de oylarının düştüğü şehir sayısı çok daha fazla. Bunun bir nedeni diğer partilerin de sahaya girmesiyse, başka nedenleri de adayların ve aşiret ilişkilerinin yereldeki güçlü tezahürüdür. Bir önemli boyut da seçmenin motivasyonuyla ilgili sorunlardır. HDP seçmeninin motivasyonunu kıran meselelerle yüzleşmemiz gerekiyor. Belli bir kitle karşı tarafa, AKP’ye kaymıyor ama HDP lehine de çok motive olmuyor.

Neden?

Başka değerler adına HDP’ye sahip çıkarken, pratik nedenler konusunda tavrını yüksek katılım sağlamayarak gösteren bir seçmen kitlesi var çünkü. Bu belki de Kürt siyasetini, değerler dünyasıyla pratiği arasındaki çelişkiye dikkat çeken bir uyarı olarak okunabilir. Bu kesim HDP’yi başkalarına yem etmiyor ama eksikliklerine de rıza göstermiyor. Elbette Dersim, Şırnak, Ağrı gibi nedenleri farklı olan istisnaları hariç tutarak söylüyorum.

Siyasetteki çürüme ve yozlaşma HDP'yi de etkiliyor

Sizce oy kaybınızın esas sebebi devlet baskısı ve sizin kendi çalışmalarınızı iyi anlatamamanız mı?

İnsanlar burada çok zor şartlar altında siyaset yapıyor. Belediye başkanı, milletvekili, il, ilçe yöneticisi olmanın kendisi büyük bir bedel gerektiriyor ama genel olarak siyasetteki yozlaşma, çürüme, diğer partilere nazaran çok daha az olsa da HDP’yi de etkiliyor. Bu mücadeleyi karşılık beklemeden, değerleri uğruna sahiplenen halk kesimleri parti içi adaleti, ehliyeti, aday belirleme süreçlerini, ya da zor dönemlerde gözükmeyip sadece seçim dönemlerinde ortaya çıkan insanların bazen hak ettiklerinden fazla pozisyon yakalıyor olmasını sorguluyor. HDP başka partilerle değil, kendi iddialarıyla yarışır, başka partilerle değil, kendi ilke ve iddiaları üzerinden test edilir. Halktan koptuğunuzda, kariyerizme bulaştığınızda, kapalı kapılar ardında kulis siyasetine, ahbap-çavuş ilişkilerine prim verdiğinizde halk bunu görür, özellikle de küçük yerlerde bunu rahatlıkla hisseder ve mesajını bir şekilde verir.

Tabanınızın size verdiği mesaj bir yana, gözle görülür bir devlet politikası da işledi 31 Mart’ta. Örneğin Şırnak sonuçları AKP açısından en fazla övünülen örneklerden biriydi. Şırnak milletvekiliniz Hüseyin Kaçmaz, orada bir seçimden ziyade askeri müdahale olduğunu, binlerce askerin farklı bölgelerden, hatta İzmir’den bile taşınarak seçimin sonucunun AKP lehine çevrildiğini ifade ediyor…

İlçeler veya mahalleler düzeyinde çok yer söylenebilir ama şehir olarak ablukalar sırasında en ağır bedeli Şırnak ödedi. Şırnak il olduğu için çok gündeme geliyor ama 31 Mart seçimleri bağlamında ortaya çıkan sorunu sadece buraya indirgeyemeyiz. 31 Mart’ta, güvenlik politikaları açısından özel bir askeri çalışma yapılmışsa, bu “sınır güvenliği” mantığıyla yapılmış gibi görünüyor. Hakkâri’nin Şemdinli, Çukurca ilçelerinden itibaren Urfa’ya kadar uzanan Irak-Suriye hattında özel bir önem veren bir seçim stratejisinin uygulandığını söylemek mümkün. Kendine özgü gerçeklikleri bir yana, Şırnak’ı bu büyük resmin içinde okumak gerekir.

HDP'nin 31 Mart stratejisi riskliydi ama hedefine ulaştı

Peki nasıl oldu da HDP, MHP’nin çok güçlü olduğu Kars’ı alabildi?

Kars, 1960 ve ’70 kuşağının da çok güçlü toplumsal muhalefet dinamiklerini ortaya çıkardığı bir yer. 12 Eylül öncesi bütün sol, devrimci, demokrat hareketler burada büyük bir güç oluşturuyordu. Dolayısıyla 12 Eylül darbesinin üzerinde en sert geçtiği şehirlerden birisi de Kars olmuş. O yüzden Kars işkence ve gözaltında kayıp vakalarının en fazla yaşandığı yerlerden biri. Ezme politikaları burayı sağ popülizme teslim etmiş. Son 20-25 yıl içinde yerel yönetim bazında yapılan en yaygın şey kamu binalarının birilerine peşkeş çekilmesi, arazilerin satılması, yani şehrin yağmalanmasıdır. Bu da seçmende ciddi bir tepki, değişim arzusu yaratmıştı. Her tarafının çukur ve çamur olduğu, asgari belediyeciğin bile yapılmadığı bir ortam, HDP’ye yönelik tercihi güçlendirdi.

HDP’nin 31 Mart stratejisinin başlığı “Kürdistan’da kazanmak, batıda kaybettirmek”ti. Kürdistan’da arzuladığınız sonucu alamadınız ama Türkiye’nin batısında, siyasi dengeleri derinden etkilemeyi başardınız. HDP’nin etkili olduğu bölgede yapamadığını Türkiye’nin batısında yapmasını neye bağlıyorsunuz?

Aleni bir ittifak olmadığı halde tabanda bir destekleme ve tercih söz konusu olup örneğin İstanbul’da belediyenin el değiştirmesini sağladığınızda bunun başarısını hanenize yazdırmanız çok kolay değil. Ama herkesin bildiği fakat ilan edilemeyen tablo tam da sizin tarif ettiğinizdir. Bizim seçim stratejimiz riskliydi, fedakârlık gerektiriyordu. Anlatması, ikna edilmesi son derece zordu. Ama sonuç itibariyle genel anlamda bu proje başarılı olmuş, hedefine ulaşmıştır.

Peki bu stratejinin sizin açınızdan ne tür sonuçları olacağını düşünüyorsunuz? İktidarın gazabıyla mı karşılaşırsınız yoksa iktidarın gücünüzün farkına varıp ona göre bir pozisyon almasını mı bekliyorsunuz?

Ben her iki ihtimalin de söz konusu olduğunu düşünüyorum. Evet, AKP ve Erdoğan bu kaybın faturasını özel olarak HDP’ye kesmek isteyecektir. İktidar bu yönlü arayışlara başlamış da olabilir ki, muhtemelen bu da çok yabancısı olmadığımız cezalandırma yöntemleri olacaktır. Sonuçta Ankara, İstanbul, Adana, Antalya, Mersin gibi şehirlerde HDP’nin de katkısıyla sonuçların ortaya çıktığını bütün analizciler teslim ediyor. Bunun faturası bize kesilmek istenebilir ama parti kurullarımız stratejisini belirlerken bunları da göze almıştı. Sonuçta Türkiye siyasetini görmeden, bilmeden, anlık bir duygusal tepkiyle alınmış bir karar değildi bizimki. Öte yandan bardağın dolu tarafına da bakmak lazım. HDP, Kürt gerçeğinin sadece Kürt illerinde değil, artık batı metropollerinde de var olduğu gösterilmiştir. Kürtler ve ayrımcılığa, baskıya maruz kalan diğer kesimler kazanamasa bile kimin kazanıp kaybedeceğine karar verecek anahtar bir role sahip olduklarını ortaya koydu. Artık bu kesimi görmeden, dikkate almadan siyaset yapmanın imkânı yok. Bu gerçeklik iktidar açısından belki Kürt sorununda kimi adımlar atmayı, ama aynı zamanda HDP’yi kriminalize etmeyi, bu iki ayağı eşzamanlı olarak sürdürmeyi gündeme getirebilir. Bu anlayışın ise hiçbir sonuç doğurma kabiliyeti yoktur. Yani her iki iş aynı anda yürütülemez. Birinden birini yapabilirsiniz ama ikisini birden yapmaya kalktığınızda, her iki hedefe de ulaşamazsınız. Galiba bunu bir kez daha yaşayacağız.

Peki AKP’nin, Kürt seçmenin kilit rolüyle beraber Suriye’deki gelişmeleri ve ekonomideki ağır krizi de dikkate alarak daha yumuşak bir tutum takınma, HDP’ye yönelik kriminalizasyon politikasının çıtasını düşürme olasılığı var mı?

Ekonomi politikalarında ne yapılacağı, kemer sıkma politikana mı yoksa sıcak para sorununu çözecek başka esnemelere mi gidileceği tercihi burada da belirleyici olacak. Ekonomi ve dış politika, özellikle batıyla ilişkiler konusu, güvenlik politikaları, Türkiye’de uzun süredir iç politikayı da belirleyen dinamikler. Fakat her halükârda 31 Mart’ta merkezi yönetimdeki güçle yerel yönetimdeki güç arasındaki dengenin değişmiş olmasının Türkiye siyasetinde yeni kırılmaları, arayışları, buluşmaları gündeme getireceğini düşünüyorum. Her ne kadar erken seçim için olumlu sinyal verilmese de, parlamento aritmetiğinde yaşanabilecek değişimler, yeni kurulabilecek partiler, Ankara siyaset dengelerini değiştirebilir. Bu da Kürt sorununda farklı pozisyon alışları beraberinde getirebilir.